Bugün kadınlar günü kutlaması yapmıyoruz. Bugün Dünya Kadınlar Günü’nü onurlandırıyoruz. “On saatlik iş, aydınlık ve sağlıklı çalışma ortamları, dokumacı ve terzi erkek emekçilerle eşit ücret” talebiyle 1857 Mart’ında zincirlerini kırarak, baş kaldıran kadınları onurlandırıyoruz.
Aynı zamanda günümüzün kadınlarını da onurlandırıyoruz. Kuru bir ücret için günde 12 ila 16 saat çalışan kadınları, çocuklarını tek başına büyütme mücadelesi veren kadınları, yaşamın güçlüklerinin üstesinden gelmeye çalışan kadınları onurlandırıyoruz. Daha iyi bir yaşam arayarak, kucağında çocuğuyla denizde ölü bulunan kadınları, savaşta her şeyini, hatta umudunu dahi yitiren kadınları, insan tüccarlarının kurbanı olan kadınları onurlandırıyoruz.
Kadınlar kapitalist sistemin iki kez kurbanlarıydı ve bugün de öyle olmaya devam etmektedir. Kadınlar cinsiyetleri ve sınıfsal konumları nedeniyle çifte sömürüye maruz kalmaktadır. Bu tespit kadın hareketini hedeflerine ulaşmayı başarma mücadelesinde işçi hareketiyle birleşmeye götürdü.
Ayrıca kadın hareketinin Klara Zetkin ve Roza Lüksemburg gibi büyük şahsiyetlerini de saygıyla anıyor ve onurlandırıyoruz. Katina Nikolau, Fofo Vasiliu, Lefki Marathovuniotu, Artemisya Hambi Nikola ve daha nicesi gibi yolu açan Kıbrıslı öncü kadınları saygıyla anıyor ve onurlandırıyoruz. Kadınlar için mücadeleleriyle önemli kazanımlara ulaşan Kıbrıs kadın hareketinin binlerce üyesini onurlandırıyoruz.
Sol’un örgütlü kadın hareketinin, POGO’nun en önemli kazanımı, eşitlik için mücadeleyi emekçilerin genel olarak sosyal adalet için mücadeleleriyle bağlantılı hale getirerek, Kıbrıslı kadının bağımsız bir biçimde siyasal ve sosyoekonomik mücadelelerin ön safında yer almasını başarmasıdır. POGO Kadın Hareketi kadının toplumdaki yeri konusunda zamanı geçmiş anlayışlara karşı pratikte mücadeleler verdi. Talep etmenin ve kurtuluşun yollarını açtı. Halkımızın ve özellikle kadınların bütün büyük kazanımlarına mührünü vurdu. Tüm halkın kazanımları için AKEL ve Halk Hareketi’yle birlikte katkı koydu. Drahomanın kaldırılması, aile hukukunun değiştirilmesi, eşitlik ve eşit ücret yasalarının onaylanması, çalışma yaşamında eşit erişim, anneliğin korunmasına yönelik yasal çerçevenin iyileştirilmesi, annelik ve ebeveynlik izinlerinin arttırılması, aile içinde şiddete karşı önlemler alınması gibi daha nicesi silinmez bir biçimde POGO’nun mührünü taşımaktadır.
Tüm bunlara ilaveten, merkezinde kadın olan bütün programsal tezlerin Hristofyas hükümeti döneminde yaşama geçirildiği kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçekliktir. Anneliğin ve hamile kadın emekçilerin korunması yasalarla güçlendirildi. Ebeveyn izinlerine ilişkin yasal çerçeve iyileştirildi. Çocukların ve yaşlıların bakımına yönelik hizmetler ve alt yapılar finanse edildi. Çocukların okullarına ücretsiz ulaşımı sağlandı. Kadınların işsizliğine ve iki cinsiyet arasında ücret eşitsizliğine karşı mücadele için özel programlar yaşama geçirildi. Ağırlıklı olarak kadınların istihdam edildiği sektörlerde asgari ücret arttırıldı. Engelli bireylerin desteklenmesine yönelik bütünlüklü bir politikanın uygulanmasına başlandı. Cinsiyetler arası eşitlik ve karşılıklı saygı eğitim reformunun önceliği oldu. Demografi ve Aile Politikası Kurumu oluşturuldu. Mesleki, ailevi ve şahsi yaşam arasında denge için Ulusal Strateji Planı oluşturuldu. Aile içerisinde şiddete karşı mücadele için ilk Ulusal Strateji özenle hazırlandı.
Bugün ekonomik krizin sonuçlarının kadınların durumunu daha da zorlaştırdığı ve pek çok durumda kadınlar aleyhine şiddet olaylarının artmasının bir nedenini daha teşkil ettiği görülmektedir.
Seçimler öncesinde, Sayın Anastasiadis kadınların düşündüğünü tespit etti. Ancak Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin üzerinden iki yıl geçti ama kadınların taleplerinin ve özel gereksinimlerinin olduğunu hala tespit etmiş değil. Şu ana kadar Anastasiadis hükümeti kadınlara yönelik politikasında da sınıfta kaldı. Kadınlara yönelik şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve onaylanması sadece lafta kalan bir öncelik olmaya devam ediyor. Aile içi şiddetin önlenmesi ve buna karşı mücadeleye ilişkin 2010-2013 Ulusal Eylem Planı bu dönemin tamamlanmasıyla unutuldu gitti. Erkekler ve Kadınlar Arasında Eşitlik için 2014-2017 Stratejik Eylem Planı yakın bir süre önce Bakanlar Kurulu’ndan geçti ama makaslanarak, çünkü bu konuda her hangi bir bütçe ayrılmadı. Seçimler öncesinde Sayın Anastasiadis kürtajların serbest bırakılması konusunda işbirliğine niyetli görünüyordu, ama geçen zaman içerisinde bu konuda hiçbir inisiyatifi üstlenmedi. Sonuçta, AKEL Meclis Grubu’nun inisiyatifiyle bir yasa tasarısı hazırlandı ve Meclis’e sunuldu.
Seçimler sonrasında Anastasiadis hükümeti çok sevdikleri bir alışkanlık haline geldiği üzere, taahhüt üstlendiğini, annelik izninin arttırılacağını, aileyle ilgili vergi sisteminin yeniden planlanacağını, çocuklara ve bağımlı bireylere hizmet sunacak altyapıların oluşturulacağını, aile içinde şiddet konusunda yasaların güçlendirileceğini, ailevi ve mesleki yaşamı daha birbirleriyle uyumlu kılacak adımların atılacağını açıkladı. Bu taahhütler de yerine getirilmedi. Hatta bazı konularda hükümetin politikaları tam aksi yönde sonuçlara yol açmaktadır. Örneğin büyük işletmelerin lehine olacak bir şekilde dükkânların çalışma saatlerini hükümetin arttırması ailevi ve mesleki yaşamın uyumlu hale getirilmesine nasıl katkı koyabilir? Annelik izninin arttırılması için AKEL tarafından sunulan ilgili yasa önerisinin onaylanmasını hükümet partisi milletvekillerinin çeşitli bahanelerle geciktirmeleri annelik izninin arttırılmasına nasıl katkıda bulunabilir?
Anastasiadis hükümetinin beklentileri boşa çıkaran hareketleri sadece kadınlara yönelik politikasıyla ilgili konularla sınırlı değildir. Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs sorununda art arda ortaya koyduğu yanlış tutumlar sonucunda bugün had noktaya gelmiş durumdayız. Seçimler öncesinde Sayın Anastasiadis üstleneceği inisiyatiflerle, sunacağı önerilerle ve inşa edeceği ittifaklarla Türkiye’yi sanık sandalyesine oturtacağını söylüyordu. Bugünkü gerçeklik maalesef trajik bir biçimde düş kırıklıkları yaratmaktadır.
İki yıldır özlü müzakerelerin başlaması sağlanamamıştır. Türkiye giderek daha tahrik edici ve saldırgan olmaktadır. Aynı esnada, önce Kıbrıs sorununun çözümü olmaksızın, doğal zenginliğimizi değerlendirmemize izin vermeyeceği yönünde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni doğrudan tehdit etmektedir. Hak, hukuk bizden yana olmasına rağmen, bu durum karşısında uluslararası toplumun tepkisinin ne yazık ki çok hafif, hatta olumsuz olduğu görülmektedir. En kötüsü de, çıkmazın uzaması halinde, taksim olasılığının artık daha da yakınlaşmasıdır.
Bugün var olan çıkmazı ana sorumlusu kesinlikle Türkiye’dir. Ancak AKEL olarak yaptığımız tüm uyarılara rağmen, Sayın Anastasiadis’in izlemeyi tercih ettiği strateji Kıbrıs’ın davasının geri dönüşü olmayan yolara sürüklemektedir. Kâbus senaryoların önüne geçmek için AKEL çalışmaya devam edecektir. Ancak görüşmelere dönüşün önkoşullarının yaratılmasına yönelik siyasi karar muhalefet tarafından belirlenmiyor. Hükümet, farkın olsun ya da olmasın, şu ana kadar ortaya koyduğu tutumuyla sonuç alıcı inisiyatifler üstlenebilecek ve görüşmelerin yeniden başlamasının önkoşullarını yaratabilecek durumda görünmüyor. Tam aksine gelişmelerin gerisinde kalmaya devam ediyor. Durum artık had noktadır. Eğer Sayın Anastasiadis bunu bugün fark etmiyorsa, yarın çok geç olacaktır. Türkiye’nin tehditleri ya da şantajları altında görüşmelere dönüşü savunmadığımızı net bir şekilde belirtiyorum. Son dönemde Sağ’ın çeşitli kadrolarından, kritik an geldiğinde – eğer gelirse-, AKEL’in partisel çıkarı ulusal çıkarın üstünde tutmasından korktuğu için Sayın Anastasiadis’in Kıbrıs sorununda ilerlemediğine dair sözler duyuluyor. Onlara çok net bir şekilde söylüyorum: AKEL seçimi kazanmayı ulusal çıkarın üstünde tutan DİSİ değildir. 1993’te, 1998’de ve 2013’te de bunu yaptı.
Halkımızın içinde bulunduğu korkunç ekonomik durum bizi yoğun bir şekilde endişelendirmektedir. Cumhurbaşkanı, hükümet ve Demokratik Seferberlik Partisi her gün yaptıkları açıklamalarla, Kıbrıs toplumunda tam olarak nelerin yaşandığı konusunda yanıltıcı bir görüntü yaratmaya çalışıyorlar. Ekonominin istikrara kavuştuğu, yeni ekonomik model yönünde önemli adımların atıldığı, işsizliğin istikralı hale geldiği, ekonominin yeniden canlanmasının yolda olduğu, devletin mali durumunun kontrol altında olduğu, ilerleme sürecinde olduğumuz yönünde beyan ve açıklamalarla insanları bombardımana tutuyorlar.
Bunları her akşam haber bültenlerinde dinliyoruz ve samimi olarak söylüyorum, bizim AKLE olarak daima söylediğimiz, bir Kıbrıs, ama iki dünya var, sözü bir kez daha doğrulanıyor. Biri, çalışma saatlerinin arttırılmasıyla, binlerce küçük ve orta boyutlu işletmenin kapanmasıyla, gayri safi hâsıladan giderek en büyük payı alıp, kârlarına kâr katan büyük sermaye gruplarının dünyası. Paralarını yut dışına gönderen, vergi ödemeyen, serveti elinde toplayanların dünyası. Kemer sıkma politikalarının saldırılarının daha da artmasına itirazı olmayanların, kamu servetini tekellere teslim etmeye hazır olanların dünyası. Diğeri ise işsizlerin oluşturduğu kuyruklarda bekleyenlerin, maaşının ve alım gücünün giderek daha da azatlığını, mevduatlarının uçup gittiğini görenlerin dünyası. Çalışma koşullarının orta çağa döndürüldüğünü görenlerin, iş bulabilmek için çocuklarının göç etmesi tehlikesiyle karşı karşıya olanların dünyası.
Yeni ekonomik model mi? Özelleştirmelerle her şey yok pahasına bir avuç sermayedara satacaklar. İşsizlikte istikrar mı? Yakın zamanda yapılan araştırmalar işsizliğin %22,5’lere ulaştığını gösteriyorlar. Ekonominin yeniden canlanması mı? Belki turizm katkıda bulunabilirdi, ama bu alanda da öngörüler olumsuz. Devletin mali durumunun kontrol altında olduğu mu? Maliye Bakanlığı’nın yeni verileri kamu gelirlerinin %7,5 azaldığını, harcamaların %4,7 arttığını ve sonuç olarak, yılın genellikle fazlalık kaydeden ilk ayının 2015’te yarıya düşeceğini gösteriyorlar. İlerleme sürecinde olmak mı? Hükümetin izlediği sıkı memorandum politikası refahın tüm sosyal sınıflara paylaştırılması için ilerleme sürecine girilmesinde son perspektifi dahi gömmekte, gelir dengesizlikleri ve sosyal eşitsizlikler giderek daha da büyümektedir.
Bu gerçekler gözler önünde serildiğinde, hükümet savunma pozisyonuna geçip, binlerce kez söylediği “bu politikalarla bize de hemfikir değiliz, ama maalesef izlemek zorundayız” gibi sözleri tekrarlamaktadır. Zaman, zaman kendilerinin hazırladıkları haberleri basına paslıyorlar. Ancak kendilerini kendi dünyalarına kaptırdıklarında, tıpkı Maliye Bakanı’nın bir süre önce yaptığı gibi, ağızlarından gerçeği kaçırıyorlar. Maliye Bakanı’nın bizzat kendisi “Bu önlemleri bize dayatmamış olsalardı bile, biz bunları uygulayacaktık, Memorandum bizim de manifestomuz” diye öğünerek söylemedi mi? İşte gerçek budur. Özelleştirmeler, kemer sıkma ve daha az devlet memorandumu ideolojik ve politik olarak onları ifade etmektedir. Bunun için de, Yunanistan’da hükümetin değişmesiyle onların milliyetçilikleri birkaç saniyede uçup gitti.
Ancak AKEL farklı bir anlayışa, farklı bir felsefeye sahiptir. Körü körüne Troyka’ya itaat etmeyip, “yeter artık!” diye haykıran halkla birlikte mücadele ediyor. Kıbrıs’ın kadınları, Sol’un kadınları bu mücadelede en ön safta yer alıyorlar. Çünkü onlar gücün mücadelelerde, umudun Sol’da olduğunu biliyorlar.
(8 Mart Dünya Kadınlar Günü onuruna POGO Kadın Hareketi’nin gerçekleştirdiği etkinlikte
AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma 8 Mart 2015)